Bu Blogda Ara

27 Mart 2013 Çarşamba

Bir deneyimin hikayesi 3


Evrendeki kişisel noktam: ilk nefesim

Geçenlerde bir arkadaşın sorduğu ve benim cevaplayamadığım bir konu hakkında araştırma yaparken kendimi Kabalistik astroloji kavramını okurken buldum. Oldukça ilginç ve çekici bir konu olduğundan bir süre bu konudan ayrılamadım. Çok derine inmeyeceğim ama bahsetmeden de geçemeyeceğim. Öncelikle hemen belirtmeliyim ki Kabalistik astroloji bilinen en eski ve en yaygın astronomi uygulamalarından biri kabul edilmekte. Yani aslında büyücülük ve falcılıktan bilime terfi edilmişse bu disiplin bunda Kabalacıların etkisi büyüktür. Kabalistik astrolojiye göre her birimiz spirituel gelişimimiz için en doğru yerde ve zamanda doğduk. Hayattaki amacımız ise bu akıma göre ruhsal gelişime ve Tanrısal Işığın bir parçası olabilmektir.İşte doğru yer ve zamanda doğarak özgür iradelerimizle potansiyelimizi tam olarak kullanarak bu ışığa ulaşmak gerekmektedir. Geleneksel Astrolojiden farklı olarak Kabalistik Astrolojinin amacı horoskoplar yardımıyla şanslı ve şansız dönemlerimizi paylaşmak değil, evrenin etkilerinin üstesinden gelmek ve hayatlarımızın akışını kontrol altında tutmayı, kaderlerimizin efendisi olabilmeyi öğretmektir. İlk nefes aldığımız o mucizevi andan itibaren mensubu olduğumuz burcun olumlu ve olumsuz özelliklerini alırız. Ama burada burç özellikleri kişiliğimizin nedeni değil bir sonucudur. Bu hayata kadar geliştiremediğimiz özelliklerimizi geliştirebilmemiz ve ışığa biraz daha yaklaşabilmemiz için bize yardımcı olan bir mekanizma gibidir burçlar. Amaç geliştirmemiz gereken özelliklerimizi geliştirebilemek için bu özelliklerin hüküm sürdüğü burçta doğmaktır. İlginç bir teori değil mi? Bu konu ile karşılaşmak benim için açıkçası Astroloji farkındalığı için varan 1 oldu.

Sonra bir gün eşim durup dururken bana bir mesaj gönderdi. Mesaj bir astroloji uzmanının birkaç twitinden oluşan bir screenshot’tı. Belki inanmayacaksınız ama yazdıkları tam da o sıralar hem de çok yoğun olarak hissettiğim duygu ve düşüncelerimdi. Bu mesaj benim için varan 2 oldu.

Ben de oturdum ve araştırmalara başladım. Doğal olarak kendi burcum ile ilgili bir çok araştırma okudum. Bir de baktım ki bugüne kadar pek de yüzüne bakmadığım bu bilim dalı meğer aslında bir çok şeyler söylemekte ve başıma gelen bir çok şeye cevap üretebilmekteymiş. Sorun ben de değil yıldız ve gezegenlerdeymiş. Ahh bir yakalarsam şu Merkür’ü ona edeceğimi biliyorum ama ... Sonra araştırmaları kişiselleştirmenin gizemi ve cevapları hem de bir hayli arttıracağını öğrendim. Hayatı ilk olarak içime çektiğim anı tespit edip bir bilir kişiye gidebilirsem hayatımla ilgili bir çok soruya cevap bulabileceğimi öğrendim. Zaman malum hızla akıp gitmekte. Bu modaya güneş, dünya, ay ve yıldızlar da uymakta üstelik. İşleri güçleri yok akıp giden zaman içerisinde sürekli yer değiştirip duruyorlar. Sırf bunlar mı bunları barındıran Samanyolu da yine yer değiştirmekte. Balık baştan kokar tabii. Önemli olan bu sürekli akan mekanizmada doğru bir kişisel nokta bulabilmek. İşte doğum saati ve yeri bu işe yaramakta.

Ben de hemen kalkıp annemle babamın yanına gittim. Hummalı bir düşünme seansından sonra doğum saatim konusunda bir fikir birliğine varıldı. Gerisi çok daha kolay gelişti. Eşim hemen bu işlerde iyi olarak kabul edilen bir uzmandan randevu aldı. Bir önceki akşam oldukça zor geçti. Heyecan zirvedeydi. Sorulacak sorular tespit edildi. Dünyanın parası verilecekti ve azami fayda sağlanmalı, mümkün olduğunca cevap alınmalıydı. Sanki hayatın anlamını öğrenmeye gidiyorduk. Ertesi gün eşimle beraber bu uzmanın yanına girmek için yola koyulduk. Arabamızı park ettik ve seansın yapılacağı evi bulduk. Evin iki bloğu vardı. İlk denediğimiz bloğun isim listesinde şansa bizim patronun soyadını taşıyan bir kişi de oturmaktaydı. Ben de bak bilmem kim burada oturuyormuş dedim. Meğer adamın penceresi açıkmış ve bizi duymuş. Buyrun ne vardı demez mi ? Ben adama cevap verecek iken eşim başladı söylenmeye. Böyle şeyler de hep seni bulur .... ben eşimi dinlemeyi bırakmış adama uzmanın adını söylemeye başlamıştım bile. İlginçtir adam yan blok dedi ve konuşma bitti. Oysaki konuşma adamın adının söylenmesi ile başlamıştı. Neden sustu, iyi de kardeşim benim adımı söylememiş miydin neden demedi hiç bir fikrim yok. Biz apartmanın bahçesinden yan bloğa doğru ilerlemeye başladık. Önden eşim gidiyor ve ben de arkasından onu takip ediyorum. Zaten genelde de hep böyle olur. O önden gider ve ben de onu takip ederim. Birden bir köpek havlaması duyduk. Serde erkeklik var ya ilerlemeye devam ettik. Köşeyi dönmesi ile eşimim yeniden bana döndü. Beti benzi atmıştı derler ya durum o hal. Köpek bağlı değil sözü ile aramızdaki konuşma bir anda bitti ve biz patronun sözde akrabasına doğru koşmaya başladık. Onunla konuşacaklarımız daha bitmemişti. Ben bir ara daha hızla kaçıp kendimi kurtarmayı düşündümse de eşimin bunu yıllarca unutmayıp yüzüme kakma riskini göze alamadığımdan ısırılma riskini göze aldım. Oysaki köpek yalnızca havlamış, yerinden bile kıpırdamamıştı. Havlaması bize yetmişti. Eminim bunlar da ne korkaklar, yerimden bile kalkmaya gerek olmadı diye düşünmüştür içinden. Belki de sonraki havlamaları havlama değil gülme idi bilemiyorum.

Biz iki korkak uzmanın asistanını aradık. Geldiğimizi ama korktuğumuzdan giremediğimizi belirttik. Sağ olsun kendisi bizlere oldukça yardımcı oldu. Göze göze gelmezseniz bir şey yapmaz!!!!! Ben de pencereden şimdi bakıyorum!!!!! Peki ya istemeden göz göze gelirsek?? Gerçekten de bir kaç saniye sonra 1.katın penceresi açıldı ve bir bayan köpek ile konuşmaya başladı. Biz de göz göze gelmekten kaçınaraktan ve sürekli penceredeki bayanla konuşmaya çalışaraktan (sözde köpeğe onu tanıdığımızı göstereceğiz ya) oldukça yavaş hareket ederek binaya girmeyi başardık. Zafer artık bizimdi. Gerisi hem de çok kolay olacaktı. Kedilerin fink attığı bir eve giriş yaptık. Kısa bir süre sonra bir odaya davet edildim. Görüşme tek tek yapılacaktı. Eşim oyun dışı kalmıştı. Peki ama nasıl dışarı çıkacaktı? Vahşi ve acımasız köpek onu orada bekliyor olacaktı. Üstelik yanında ben de olmayacaktım. Neyse efendim bir güzel ben bir şeyler atıştırayım dedi ve gözden kayboldu. Uzman bayan benim doğum tarihi ve yerimi sordu. Sonra doğum saatimi sordu. Sürekli hareket eden evrende benim kişisel doğru noktama erişip üzerinde onlarca sembol bulunan bir dairenin çıktısını aldı ve başladı konuşmaya.

Neler mi bildi? Sizin için sıralayayım. Ama öncesinde yinelemek istiyorum yalnızca doğduğum tarih ve saati ve yeri kendisiyle paylaştım. Başka ağzımı açmadım.

Mühendis olduğumu, çocuğum olduğumu ve çocuğumun yaklaşık doğum tarihini, yakın zamanda 10 kilonun üzerinde kilo verdiğimi, eşimin doğum sonrası yaşadığı sıkıntıları, evdeki kadınların çok güçlü olduğunu ve tatlı tatlı kapıştıklarını, son bir kaç yılımın ne kadar da zorlayıcı olduğunu, son 6 ayımın nasıl da kaos içinde geçtiğini, iş değiştirdiğimi, ve işimi sevdiğimi hepsini bildi. Bunlar dışında beni benden daha iyi tanıyor gibiydi. Karakterimi, duygu ve düşüncelerimi olduğu gibi ortaya bir serdi ki kendimi bir an çıplak gibi hissettim. Yaklaşık bir buçuk saat boyunca benden konuştuk, beni bana anlattı durdu. Sürekli beni çekiştirip, dedikodumu yaptı, üstelik ben hemen yanı başındayken. Pes doğrusu. Bunlar dışında geleceğe ilişkin fırsatların olabileceği, hayatımın olumlu yönde hareket etmeye başlayacağı dönem ve zamanları da söylemedi değil hani. Bol bol not tuttum. Fazla konuşmadım, konuşamadım, konuşturulmadım. Soru bile pek soramadım. Oysaki o kadar hazırlanmış, bir çok soru türetmiştim. Gerek kalmadı açıkçası. Leb demeden ne Çorum kaldı ne ahalisi.

Görüşme sonrasında bir hayli rahatladım. Rahatlamamın başlıca sebebi ise Kabalistik astroloji ile Geleneksel astrolojinin ortak noktasını görmemdi. Başıma gelenlerin mutlak surette bir nedeni vardı. Bir süreç insan hayatında yaşanıyordu. İnişler, çıkışlar, başarı ve başarısızlıklar tabii ki vardı ve hep de olacaklardı. Önemli olan gelişimdi, önemli olan her hayırda bir şer ve her şerde bir hayır olmasıydı ve yine önemli olan ister kişisel çaba olsun, ister ruhani güçler, ister yıldızların hareketleri, bir şekilde hayatın sizi hep bir sonraki faz için hazırlamasıydı. Bu döngü ilk nefes alışınız ile başlayıp son nefsinize kadar da devam etmekteydi. Yapabilecek çok fazla bir şeyiniz yok. İşte bu nedenle rahatladım, işte bu nedenle kendime çok misyonlar yüklemek yerine içinde bulunduğum sürecin tadını çıkarmaya başladım. Son bir kaç gündür de çıkarmaya devam ediyorum.Ben istesem de istemesem de her geçen gün biraz daha gelişiyorum. Olumsuz başıma gelen her bir olay ise yalnızca benim biraz daha gelişebilmem için.

Bugün eşimle görüştüm ve onu kendisinin de randevu alması konusunda  ikna ettim. Aslında bence ikna olacağı vardı yoksa o benim konuşmamla pek ikna olmaz. Gidip görüşmesini istiyorum çünkü onun da benim gibi rahatlamasını istiyorum.

Benim adıma ilginç ve bir o kadar da gizemli bir deneyimdi. Tamam özgür irademle hayatıma yöne verebiliyorum ama gittiğim hangi yön olur ise olsun olumsuzluklardan arınacağım bir çaba içerisinde bulacağım kendimi. Bundan kaçış yok, o halde keyif almaya çalışmak en yerinde karar olacaktır. Ben böyle düşünmeyi tercih ediyorum. Sizin nasıl düşüneceğinize yine sizler karar vereceksiniz . Çünkü sizler kendi hayatlarınızın efendilerisiniz. Yolculuğunuzda sizlere başarılar ve esenlikler dilerim.




19 Mart 2013 Salı

Bir deneyimin hikayesi 2


Gizemli ve bir o kadar kadim bir bilim: Astroloji

Her insan içinde bir evren barındırır. Aslında çok daha büyük sözler bile edilebilir insan ve içinde barındırdığı nüve hakkında ama konumuz aydınlanma olmadığından şimdilik bu eksende devam etmeyeceğim. Evreni bünyesinde barındırması yetmezmiş gibi bu evren ve her parçası ile aynı zamanda iletişim ve etkileşim halindedir de. Paradoksal duruma bakar mısınız? Evren insanın içinde ve insan da evrenin içinde ve hem içindeki evren ile ve hem de parçası olduğu evren ile etkileşim halinde. Karışık belki de akıl sağlığı açısından tehlikeli düşünceler. Hücrelerimizin vücutlarımız ile olan iletişim ve etkileşimin belki de aynısındır aslında yıldızlardan, aydan ve diğer insanlardan etkilenmemiz. Birbirimize hani neredeyse göbekten bağlıyızdır aslında çünkü zaten her birimiz bütünün birer parçasıyızdır aslında.

Astroloji bu anlamda bir dildir, gezegen ve yıldızların insanlar üzerindeki etkilerini tanımlayan bir semboller dili. Aynı zamanda tıp kadar eski bir bilim dalı. Yıldızlar, hareketleri ve bize olan etkileri insanoğlu tarafından her zaman merak uyandırmıştır. Zaman zaman gizemli bulunmuş, zaman zaman ise doğal afetleri kontrol için ilgilenilmiştir. Büyücülükten zaman içerisinde terfi ederek geliştirdiği bilimsel gözlemler, hesaplar ve ölçümlere dayalı yöntemleri sayesinde bir bilim dalı halini almıştır. Bilimin ve felsefenin temelinde deneyler ve gözlemler yatmaktadır. İşte yüzyıllar süren araştırmalar, deneyler ve gözlemler sonucunda bugün artık çok büyük ve etkileyici bir veri tabanı oluşturulmuş durumdadır. Artık günümüzde Astroloji bilimi sayesinde sosyal hayatta insanların veyahut doğadaki tüm canlıların arasındaki etkileşimler açıklanabilir bir hal almış durumdadır. Düşünebiliyor musunuz bugün artık alakasız konu ve durumlar bazı semboller sayesinde bazı durum ve kişiler için büyük birer anlam ifade edebilmekte dahası bu yönde kararlar alınabilmesi sağlanabilmektedir. Zamanında kralların yaptığını bugün artık bizler kendi dünyalarımız için yapabilir durumdayız. Çok özet bir tanımlama ile en azından benim anladığım bu, elde bulunan veri tabanı sayesinde bazı sembollerin anlamlı bir şekilde yorumlanması ve tümevarılması olarak ifade edilebilir. İnsanın kişiliği, hayatı, keşfedilmemiş potansiyelleri, kökleşmiş alışkanlıkları, fiziksel problemleri, yetenekleri ve ilerleyen zamanlardaki dinamizmi çok rahat tespit edilebilir olmuştur.

Kaderimiz hakkında bizlere bilgi verir mi? Kiminle tanışıp, ne zaman evleneceğimiz, ne zaman ve hangi işi yapacağımızı bize söyleyebilir mi? Kaç çocuğumuz olacağını ve onların hangi okullara gideceğini bize fısıldar mı? Kısacası geleceğimiz hakkında bizlere tüyolar verebilir mi? Falcılığın bilim dalı olan hali midir?

Tüm bu sorulara verilecek cevap koca bir hayır olacaktır. Peki Astroloji ne işe yarar, ne yapar derseniz, Astroloji bize şanslı veya şanssız zamanlarımız yalnızca söyler. Fırsatlarımızın olacağı zaman aralıklarını fısıldar. Zorluk dönemleri hakkında tüyolar verir. Ama tüm bunları bilgi olarak verir, yorum yoktur. Yani demek istediğim yorum çoğu kere kişiye aittir, Astroloji’ye değil. Astroloji bir takım semboller ve onların karşılıklarını açıklar, bunlara anlam katacak, olmasını veya zorlanarak olmasını yada hiç olmamasını ancak bizler sağlarız. Başka bir ifadeyle ortam şu an bu işler için uygundur ama yapıp yapamamak kişiye özeldir. Geçmiş hakkında da bilgiler verir. Bunlardan anlamlar çıkarmak ve yorum yapmak yine bağlıdır. Bu dönem sizin için aile kurmayı destekler der mesela Astroloji. Aile kurmuşsanız evet ben de evlendim zaten dersiniz ama evlenmemişseniz  uygun ortama rağmen kısmetiniz değilmiş demektir. Yani Astroloji  kader değildir, her şey insanın kendi elindedir. Astroloji dönemleri inceler, fırsat alanlarını, şanslı ve talihsiz zamanları, doğum haritanızda sizi kısıtlayan, zorlayan alanları, gecikmeleri gösterir. Sonuçta nasıl hareket edeceğiniz, neler yapacağınız hepsi sizin iradeniz içindedir. Ortam uygun iken nasılsa ortam benim lehime der ve oturursanız fırsatları kaçırırısınız. Tersi şekilde ortam sizin için uygun değil iken gerekli gayret ve azmi gösterirseniz tüm zorlukları aşabilir, farkında bile olmadığınız içinizdeki gücü ortaya çıkarabilirsiniz.

Astroloji zamanın ilmi olarak kabul edilmekte. Yani başka bir ifadeyle Astroloji demek yalnız gazetelerdeki fal köşelerini okumaktan çok öte ve çok daha derin bir kavram. Peki nereden ve nasıl başlamamız gerekir? İşte bunun için en iyi yol, hayata başladığınız, ilk nefesi aldığınız tarih ve saati öğrenmeniz olarak bizlere tavsiye edilmekte. Hayatı içinize çektiğiniz o an gökyüzünde sizin için bir döngü başlıyor ya da var olan bir döngünün mensubu olmaya başlıyorsunuz.  Yani bu öyle güzel ve öyle kişiye özgü bir bilim dalı ki sizi hemen merkeze oturtmakta ve tüm bilgilendirmeleri yine size göre yapmakta. Basit birer sembolden öteye gitmeyen burçlar ise insan ruhunu anlamaya çalışan birer denklem gibi düşünebilirsiniz. Aslında işin özü yalnızca ve yalnızca 4 mevsim olarak kabul edilen hava değişimleri ve onların arasındaki evreler ve tabii bu evrelerin sahip olduğu özellikler. Kişiler işte bu zamanın evrelerine ve değişen özelliklerine göre değişler. Her doğum an kişiye özeldir ve bu ana yansıyan özel bir etki vardır. Astroloji işte bu etkiyi ve buna bağlı süren tüm döngüleri anlama peşinde olan bir disiplin. Astroloji biraz da sanki hayatın kendisi gibi. Hayatın anlamını araştırsanız da araştırmasanız da hayat akışına devam etmekte ve siz bu akışın hep merkezinde bulunmaktasınız. Astroloji de yakından bakılıp incelendiğinde kendisini göstermekte. Yok eğer bakmazsanız yine o akışına devam etmekte. Siz ne zaman hazırsanız o size cevaplar verebilmek için sizi beklemekte.

İnanın yazmaya başladığım zaman bu kadar uzatabileceğimi düşünmemiştim. Şaka maka daha da yazacak ve sizlerle paylaşacak bir sürü kelimem var. Bu nedenle affınıza sığınaraktan bir üçüncü yazıyı daha hayata geçirmem gerektiğine karar verdim. Şimdilik sizlere yine hoşçakalın diyorum. Bu oldukça uzun girişlerden sonra umarım ki size bir sonraki yazımda tecrübe ettiğim deneyimden bahsedebilirim.

Sevgi ve saygılarımla.

12 Mart 2013 Salı

Bir deneyimin hikayesi 1


Terazi Burcu ve ben

Eski Yunanın günümüz kelimeler dünyasına katkıları saymakla bitmiyor. Adamlar sanki yememişler içmemişler de sürekli kelime üstüne kelime türetmişler biz kullanalım diye.  Bizimkisi de ayrı bir tembellik, nasılsa var bu kelime diye kılımızı kıpırdatmamış yunan olsun, latin olsun, arap olsun, pers olsun ne bulursak kullanmışız. Kabul etmek gerekir ki bizim komşu zamanında bugünün tam tersine iyi çalışmış ve kolay kolay yadsınamayacak bir medeniyet yaratmış. O kadar çok çalışıp o kadar yüksek seviyeli bir medeniyet olmuş ki bu bugün hala dinlenmeyi normal kabul edebiliyorlar. Alın size o kelimelerden bir başkası. Astro gezegen ve yıldız demek ve de Logos ise mantık. Bir araya geldikleri zaman ise Astroloji kelimesine ulaşılmakta. Peki nedir bu Astroloji? Kimine göre sembolik bir dil, kimine göre deli saçması bir şarlatanlık kimine göre ise başlı başına bir bilim dalı. Bu iş ile uğraşan kişilerin yaptıkları tanımlara bakacak olursak özetle matematiksel ve istatistiksel bilgileri temel alaraktan, gezegenlerin zamansal hareketlerini inceleyen ve bu hareketlerin insan ve sosyal hayat üzerindeki etkilerini inceleyen bir disiplin olarak tarif edilmekte.

Ben bir Terazi Burcuyum. Üstelik belki de en tipiklerinden biriyim. Gazetelerde, dergilerde ve artık günümüzde facebook ve twiter’da her bir burç ile ilgili yığınla bilgiye ulaşabilirsiniz. Siz hiç yorulmayın ben sizin için bir kaç tanesini hem de çok rahat sıralayabilirim zira zaten bunları her daim hayatımda bizzat yaşıyorum. Grubu Hava, uğurlu günü Cuma (Cuma’yı kim sevmez ki!). Güçlü bir adalet duygusu ve herkese iyi davranma isteği (çoğu kere evet Victor Hugo’nun İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır... sözü unutulur ya da unutulmaz da iyi olup kimseyle tartışmamak çok daha kolay gelir). Yalnızlık hem de hiç sevilmez ve çok doğaldır ki güzel şeylerden hoşlanılır. Uzaklarda da olsa etkisi büyük, fiyakalı gezegen süslü Satürn sayesinde üstün bir yargı yeteneği. Olmazsa olmazımız kavga etmek yerine çekip gitmek veya kendimizi kapamak. Zaman zaman da olayları taratabilmek adına yalnız kalıp düşünme isteği. Evet evet şu an resmen kendimi anlatıyorum sizlere. Aslında dahası da var isterseniz. Karar vermede zorlanma ama güç bela verildiğinden olsa gerek bir daha bu zahmete girmemek için bir kez verdikten sonra da sonuna kadar zorlama, kararsızlık, kime hak vereceğini bilememe, zorlandığı anlarda işi zamana bırakıp olabildiğince öteleme, erteleme, bir bekleyip görelim durumu hayatlarımızın birer parçası adeta. En büyük emelimiz belki de çok dostumuz olmadığından sebep mükemmel dostluklar. Tamam biraz kendimizi beğeniriz ama nasıl beğenmeyelim biz güzellik burcu Venüs tarafından yönetilmekteyiz.

Benimle aynı karakteri paylaşan diğer Terazi burcu mensupları gibi ben de uyumlu, güvenilir, iyi kalpli ve arkadaşlarımı asla hayal kırıklığına uğratmayan bir yapıya sahibim. Her şeyin güzel ve dengeli olduğu bir dünya arar dururum. Kuyruğunu kovalayan ama bir türlü yakalayamayan kedi gibi böylesi bir dünyayı boş yere arayıp durmamdan sebep hayalciyimdir. Ve yine belki de bu nedenle zaman zaman gerçekle yüz yüze geldiğimde kaçış için ya da kendimi koruma adına depresyonlara girer çıkarım. Zor sinirlenirim ama yumuşak da olduğumu söyleyemem. Bizler dansı ve müziği çok severiz. Çünkü bizler hayatı severiz. Hayatın renklerini severiz. İnişlerin de çıkışların da olduğunu kabul ederiz. Bizler aslında sahip olduğumuz empati yeteneği ile (ki ben artık bu yeteneğimden oldukça sıkıldım) herkesi ve her şeyi olduğu gibi kabul ederiz ama ne gariptir hep de yanlış anlaşılırız. Kendimizi belki de iyi ifade edemediğimizdendir. Bununla beraber çocuklarımızı iyi anlar, sevgilerimizi bazen zekice ama çoğu kere de alenen ve sınırsızca gösteririz. Sırf bu nedenle bile Terazi burcu olmaktan çok büyük bir memnuniyet duymaktayım. Çocuklarımızın görüşlerine değer verir, hem onlara ve hem de görüşlerine saygı gösteririz. Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür çocuklarımız olsun isteriz. Bu yönde de hareket ederiz.

Bu çok bilinen özelliklerin dışında kıyıda köşede kalmış başka özelliklerimiz de vardır. Bir kere entelektüel kişilerin çoğunlukta olduğu bir burçtur bizimkisi. Övünmek gibi olmasın ama bilgiye her daim susamış, yeniliklere büyük önem veren bir kitleyizdir biz Teraziler. Ruh bilim, felsefe ve din konuları her daim bizler için çekici olmuşlardır. Tüm bunlara ek bir de başkalarının görüşlerini dinlemeye de her zaman için hazırızdır ve bundan büyük de keyif alırız. 

Şimdi bayram değil seyran değil, bilmem kaçıncı Geleneksel Teraziler Toplantısında söyleyebileceğim sözleri neden sizlerle paylaşıyor olduğumu merak etmişsinizdir. Böyle bir merak oluşmuşsa inanın haksız da sayılmazsınız. Konuya tabii ki gireceğim ama beni az buçuk tanımışsınızdır öyle kolay kolay konuya giremiyorum. Uzun hem de çok uzun girişleri neden bilmem çok seviyorum. Anlayacağınız şimdiye kadar olan ve bundan sonra olacak paragraflar daha yazacağım konunun ancak giriş kısımları olacaklar. Zaman varken basın çarpıya ve bir an önce kaçıp gidin. Ama sabır gösterip kalırsanız sizlere başımdan geçen oldukça ilginç sayılabilecek bir deneyimimi paylaşacağımı şimdiden bildirmek isterim.  

Bruce Calvert’in sevdiğim bir sözü  daha doğrusu bir saptaması vardır: İnanmak, düşünmekten kolay. Bu yüzden düşünenden çok inanan vardır (Believing is easier than thinking. Hence so many more believers than thinkers). Ben düşünmeyi tercih edenlerdenim. İnanmadığımı söylemiyorum ama düşünmeyi ve düşünmenin gücünü severim. Hayatımla ve kendimle ilgili arayışlarım da hep bu nedenledir. Şimdiye kadar olan yazılarımdan bu uğurda onlarca kitaplar bitirdiğimi, bir çok kurs, çalışma ve seansa katıldığımı zaten biliyorsunuz. Burcumun belki de bana dayatmasından bu arayışlarıma, bu deneyimlerime bir yenisini daha ekledim. Açık konuşmak gerekirse şimdiye kadarkiler arasında beni belki de en çok etkileyenlerden bir tanesiydi. Bu konuyu mutlaka sizlerle paylaşmam gerekiyordu, yalnızca kendime saklayamazdım. Etkilenmemden sebep şöyle böyle oldu diye geçiştiremeyeceğim kadar bende saygı uyandırdığından sizlere bu konuyu en az iki yazı ile - duruma göre üç yazı bile olabilir - anlatmaya karar verdim. Aslında bu satırları yazarken buna karar verdim zira yazı şimdiden oldukça uzadı. Keyifle okumanız açısından yazıyı ve deneyimimi ikiye bölmeye karar verdim. İkinci ve can alıcı bölüm ise azzzz sonra diyerekten aranızdan ayrılıyorum.

Sevgi ve saygılarımı sunarım.

4 Mart 2013 Pazartesi

Virüslere rağmen bir Quentin Tarantino olabilmek ... İşte bütün mesele bu


Geçen sene bu zamanlarda yazmış olduğum bir yazımda Şubat ayında resmen leyleği havada gördüm diye yazmıştım. Dile kolay geçen sene sanki başka aylar yokmuş gibi kısacık Şubat ayında iki yurt dışı ve bir de yurt içi seyahatim olmuş ve sizlere bu seyahatlerden bahsetmiştim. Bu sene Şubat ayı daha sakin geçti çok şükür ama içinde yine de bir gezi barındırdı. Üstelik öyle bir zamana denk geldi ki benim için tam bir şansızlıktı. Malum hastalığım devam ederken daha doğrusu tam olarak iyileşememişken bu seyahate katılmak zorunda kaldım. Firmamızın senelik olarak düzenlediği yıl sonu (tarih itibariyle belki yıl başı demek daha mantıklı olurdu) toplantısı.

Beni az buçuk tanımışsınızdır. Gerek karakter olarak ve gerekse evdeki düzenin bozulmaması açısından ben pek İstanbul dışına çıkmayı sevmem. Daha doğrusu sevmemeye başladım. Şartlar beni böyle yaptı. Zaten bu nedenle de her bir zorunlu seyahat (kendi isteğimle böyle bir şey zaten olamaz)öncesinde tüm tadım ve keyfim kaçar. Evde olmadığım günlerin mutlak surette en ayrıntılı bir şekilde planlanması gerekir. Hayat ne de zordur benim için. Bizim evde düzenin değişmesi kolay olmaz. Evde dengeleri oluşturmak ve düzeni sağlamak için bir çok kriter vardır ama en önemlisi benim evde olmamdır. Ne zaman evden bir nedenle uzaklaşmam gerekiyor olsa ben kendimi  oturup mevcut duruma çözüm ararken bulurum ve inanın bana çözüm her zaman çok zor olur. Tüm sanılanın tersine zordur hem de çok zordur benim ev dışında uyanıyor olmam.

Bir kere her şeyden önce oğlumdan ve eşimden ayrılmak iki gün için bile olsa, ucunda eğlenme, bol bol uyuma, güzel yemekler yeme, istediğin kadar televizyon seyretme ve istediğin televizyon kanalını seyretme olsa da kolay olmuyor. Aslında bu yeni dönemde insan bir önceki dönemlerin keyiflerini belki de unutmuş olduğundan, en azından alışkanlığını yitirmiş olduğundan, karşısına çıkan bu tür görünüşte keyifli aktivite ve yolculuklardan kesinlikle zevk alamıyor. Hatta zevk bir yana sıkıntı bile duyar oluyor. İnanın ne zerre hevesim var dı ne de isteğim. Üstelik kendimi iyi bile hissetmiyordum. Yorgunluk hem de nasıl tüm şiddeti ile devam ediyordu. Üstüne bir de durmak bilmeyen burun akıntısı ve nedeni olduğu kırmızı şişmiş bir burun.

Diğer bir konu ise evde ben yokken eşimle konuşabilecek, ona arkadaşlık edecek birilerinin olması çok önemlidir yoksa bana sarar ve ben sürekli kendimi eşimle telefonla konuşurken bulabilirim. Evde hemen hemen tüm işleri ben yaptığımdan yokluğumda eşime yardımcı olabilecek birleri de gereklidir.

Diğer çok önemli bir konu ise yemek olayı. Ben olmazsan biliyorum eşim muhtemelen yemek yemeği unutacaktır. Akşamları aynı saatte yatıyor olmamıza rağmen geceleri oğlum çağırdığında kalkmak ve ilgilenmek, üstünü örtmek veya uykusu kaçtığında ona eşlik etmek hep bana düşer. Geceyi oldukça delikli bir uykuyla geçirmiş olmama rağmen sabahları gün ışımadan kalkan oğlumla ilgilenmek de yine benim görevimdir. Olmadığım zamanlarda yaşadıklarımı deneyimlemek, bu konuda hiç ama hiç deneyimi olmayan eşime oldukça zor gelecektir.

Yemeksiz, uykusuz yani bensiz kalan eşimin ya migreni tutar ya sinirleri bozulur ya da benim sinirlerim bozulana kadar bana sarar. İşte böylesine derin bir sevgi, böylesine kalın bir gönül bağıdır bizim aramızdaki ve doğaldır ki çözüm hatta çözümler bulmak şarttır benim her bir yolculuğumda.

Bulduğum çözüm ise son derece mantıklı, basit hatta dahiyane idi. Anne ve babasını bize davet etmek tüm sorunlarımızı hem de kökünden çözdü. Allah razı olsun onlardan hemen güzelim İzmir’den ayrılmayı kabul edip kasvetli bir grinin hüküm sürdüğü keşmekeş İstanbul’a geldiler.

Bu kez zangoç unutulmamıştı. Aynı hatayı ikinci kere yapmayarak dosta düşmana aptal olmadığımın haklı gururunu da göstermiş oldum.  Otel güzeldi hatta çok güzeldi ve sıkı durun tanıdıktı. Bizim organizasyonu yapanlar geçen seneden yeterince mutlu olmuş olduklarından yine aynı oteli seçmişlerdi. Evet evet doğru hatırladınız, dünyanın dört bir yanından golf oynamak isteyen insanların yaz- kış akın ettikleri golf cennetine gelmiştik. Zamanında bir kaç kez mini golf oynamanın haklı rahatlığı içerisinde salındım durdum lobide ama mütevazi kişiliğimin bir göstergesi olarak çevremdekilere bundan tabii bahsetmedim. Yakışmazdı bana.

Toplantı ve gereksiz aktiviteleri hemen başlamasından bu sene çok da boş zamanımızın olmayacağı belli olmuştu. Tüm iki gün boyunca senenin yorgunluğunu atıp, yeni seneye motive olacağımıza deli danalar gibi koşuşturup durduk. Bu tür sene sonu toplantılarının olmazsa olmazı, çalışanları birbirlerine yaklaştırıcı, takım ruhunu yakalamalarını sağlayıcı oyun ve aktiviteler üretmek, dahası bu saçma sapan ve anlamsız oyunları oynamaları için çalışanları zorlamalarıdır. Bu sene ki şapkadan çıkan tavşan film çekmekti. Dekor ve makyaj bize aitti. Oyunculuk ve çekim ve hatta ışık olayı bile bize verilmişti. Yönetmeni de bizdik filmin oyuncuları da dahası çekimlerini de yine biz yaptık. Ne anladım ben bu işten. Beni bir de pat diye oldu bittiye getirerekten yönetmen yaptılar mı sormayın gitsin. Kaytarırım diye düşünürken olayın hem de tam içinde buluverdim kendimi. İnsan işte bir süre sonra kendine rolüne kaptırıveriyor. Beni görmeniz lazımdı. Üstünde kocaman harflerle YÖNETMEN yazan koltuğuma oturmuş önüme gelene bağırıp duruyordum. İsmimle hitap edenlere ise Hocam demeleri konusunda uyarılarda bulunuyordum.

Benim Quentin Tarantino’dan neyim eksik ki dedim ve çektiğim filmde bir de ufak rol kaptım kendime. Öyle ya yönetmeni benim bu filmin kim karışabilir ki bana. Bence elimdeki imkan ve oyuncu kalitesine rağmen içimde yatan yönetmenlik ve sanat nüveleri ile bir baş yapıt yarattım. Çekim sonunda etrafımda toplanmış 14 kişi beni deliler gibi alkışlıyordu. Çekilen filmler sonrasında saçma sapan ve mesleki bilgileri pek de parlak olmayan yanlı, taraf tutan bir jüri tarafından değerlendirilip Oscar ödülleri dağıtılacaktı. Hiç uzatmadan söyleyeyim ben Oscar alamadım ve buna çok da bozuldum. Hakkım yendi. Ödülü ise yönetim takımından biri aldı. Bununla beraber en iyi erkek oyuncu ödülünü ekibimden bir kadın aldı. Yönetmenliğimi ve dahiliğimi bu şekilde yedi düvele kanıtladım. Şaka bir yana sözde dinlenmek için geldiğim toplantının daha ilk saatlerinden havlu atmıştım. Yorulduğuma mı yanayım, terlediğime mi, yoksa daha keyifli zaman geçirmemiş olduğuma mı bilemedim. Zaten oğlumdan, eşimden ayrıyım ve güzel zaman geçireceğime ben yanımdaki 14 kişi ile otelde film çekiyorum.  

Ben genelde bu tür toplantılarda tüm boş zamanlarımı odamda ya film seyrederek ya da kitap okuyarak geçiririm. Uyku da illaki olan başka bir önemli aktivitemdir. Geçen sene böyle olmamıştı, bu sene de öyle olmadı. Önce bir güzel masaj yaptırttım. Sonrasında ise sauna, Fin ve Türk Hamamı ve kese derken odaya kendimi zor attım. Amacım ise belliydi, içimdeki toksinlerden kurtulmak. Kurtuldum da. Sinsi yorgunluk iyiden iyiye azalmıştı. Bir ara hatta iyileştim bile diye düşündüm.  Ama akşam tek kelime ile kötü geçti. Isıtıcı nedeniyle burnum iyiden iyiye kurudu. Nefesi bile zor alır oldum. Akşam hemen hemen hiç uyuyamadım. Sözde tüm akşam dinlenecek ve keyif yapacaktım. Olmadı hatta tam tersine evimi hiç bu kadar aramamıştım.

Toplantı geçen sene oldukça ve hatta anlamsızca sert geçmişti. Bu kez öyle olmadı. Olması gerektiği gibi motivasyon ağırlıklı bir toplantı oldu. Hani bıraksalar koşa koşa İstanbul’a gelip çalışmaya başlayacağız, o kadar dolduk.

İçimdeki bu doluluğu yine sauna, Fin hamamı ile azaltmaya çalıştım. Gala yemeği yine olması gerektiği gibi güzeldi. Gece için hiç bir fedakarlıktan kaçınılmamıştı. Bir çok ünlü kişi bize şarkılar, türküler söylediler. Ben yine çok geç saate kalmadan odamın yolunu tutup bavulumu topladım ve yapılacak en güzel şeyi yaptım: Yatıp güzelce uyudum. Ancak yine bir kaç saat sonra nefes alamayarak uyandım. Isıtıcıyı kapadım ve ancak sonrasında soğuk ama kuru olmayan bir odada bir kaç saat daha uyumayı başarabildim. Sabah hasta, yorgun, nezle ve kırmızı bir burun ile uyandım. Bir an önce eve gidip iyileşmeliydim.  

Dönüşümle beraber oğlumu kucağıma alıp, eşime sarıldım. Zaman hastalıkları geçirme, suratları güldürme ve eve huzuru getirme zamanıydı. Görevimi hem de nasıl severek yapmanın mutluluğu içerisinde hemen görevime başladım.

Daha eşim de ben de bir çok seyahatlere gitmek zorunda kalacağız. Kimisi eğlenceli kimisi zor geçecek. Bazen bir kaç gün, bazen daha uzun ayrı kalacağız. Ama her defasında hem çok özleyeceğiz ve hem de çok özleneceğiz. Ayrılıklarımız hep buruk, kavuşmalarımız hep mutluluk dolu olacak. Biz bir aileyiz, birbiriyle kenetlenmiş mutlu bir aile. Umarım, dilerim ve biliyorum hep öyle de kalacağız.