Bugüne kadar sizler ve kendim için 200’e yakın
yazı yazmışım. Fena sayılmaz hani. Eskiden olsa çok daha fazla yazabilecek konu
bulabilir ve çok daha fazla yazı yazmış olabilirdim ama günümüzde size
sebeplerini önceki bir çok yazımda açıkladığım üzere bir çok konuyu yazmamayı
tercih ediyorum. Bu durumda da yazacak çok fazla konu bulamıyor ve eskisi kadar
üretken olamıyorum. Sizi yazılarımdan mahrum bıraktığım için çok üzgünüm J Ama bazen işte hiç beklenmedik bir olay, duyduğum biz söz,
okuduğum önemsiz bir haber, hatta içtiğim bir kadeh şarap size yazacağım yazı
ile ilgili bir tetik vazifesini görebiliyor. Bu sabah da öyle oldu. Arkadaşım
hafta sonu bir filmin fragmanını seyretmiş ve çok beğenmiş. Beğenmekle kalmamış,
benimle paylaşmak da istemiş. İyi ki de istemiş, sayesinde bu yazıyı yazıyorum.
Film henüz vizyonda değil. Bradley Cooper’ın
bir filmi. Ben kendisini çok beğenirim. Yakışıklıdır, tatlı bir kişiliktir. Kendisi
neden bilmem bana hep içimizden biri gibi gelmiştir. Kısacası kendisini ve
filmlerini samimi bulurum ve genel kanım filmlerini hep beğeneceğim yönündedir.
Yönetmen ise o eski bir cowboy, o yaşlı
bir kurt, o kirli biri Harry, o İyi, Kötü, Çirkin’nin hayatta kalan tek üyesi
(iyiler hiç ölmez), o 60'tan fazla filmde oynayan sıra dışı bir aktör, o 30 filmi
yönetmiş ve en iyi yönetmen Oscar'ını kazanmış bir yönetmen,o yedi çocuk sahibi
bir dev, o Clint Eastwood. Filmin ismi ise American Sniper.
Film Irak’da geçiyor. Çatının üstüne tüm
teçhizatı ile kurulmuş bir sniper (Bradley Cooper) etrafı gözlüyor. Çarşaflı
bir kadın ve ufacık oğlu sokağa çıkıyorlar. Çarşaflı kadın sanki evin içinde,
kimse görmeden veremezmiş gibi, dışarı çıkar çıkmaz, alenen sokak ortasında,
çarşafından bir bomba çıkarıp çocuğa veriyor. Çocuk hızla bir yöne doğru
koşmaya başlıyor. Hayatta ve filmlerde bazı şeyleri görmemeliyiz, görsek de
zihnimizde proses ettirmemeliyiz, yoksa ne hayattan ne de filmlerden keyif alabiliriz.
Ben de bu sahneyi, çarşaflı kadının heyecanına kapılıp ne yaptığını bilmemesine
verip, mantıklı kabul ediyorum. Bizim Bradley amirlerine ne yapayım diye soruyor heyecan ve aceleyle. Aldığı cevap bu
yazının yazılmasına neden olan cevap oluyor: It’s your call.
Çocuk hızla koşuyor ve bir süre sonra menzil
dışına çıkmış olacak. Taşıdığı şey ise oyuncak bir kamyon değil, arkadaşlarına
zarar verebilecek paylayıcı bir madde. Bir yandan geçmişi geliyor aklına, ufak
bir çocuk onun da hayatında var ve bir takım acılar. İzleyici için neler
yaşadığı net değil ama ortada ufak çocuklu bir dram yaşandığı kesin. Yani bizim
keskin nişancı için çocuk figürü çok önemli. Kesik kesik ağlayan bir kadın,
feryat eden başka bir kadın, ölüp tabutlara konulmuş Amerikan askerleri sahneye
gelip gelip yok oluyor. Çocuk bir yandan koşmaya devam ediyor. Arkadaşları
tamam zarar görmemeli ve görevini yapmalı ama diğer taraftan vuracağı ufacık
bir çocuk. Olan zaten hep onlara olmuyor mu? Fragman bizim Bradley’in ne
yaptığını göstermeden bir son buluyor. Ya ateş edip vuracak ya da gitmesine
izin verecek. Ya ufak bir çocuğu kendi elleri ile öldürmeyecek, yaşamasına izin
verecek ve belki bu nedenle bir çok arkadaşının ölümüne neden olacak, bir çok
çocuğu babasız ve acılar içinde bırakacak ya da daha gençliğini bile görmeden,
ana kuzusu bir oyun çocuğunu, neden taşıdığını ve neler olabileceğini bile anlamadan
adeta oyuncak gibi taşıdığı şey yüzünden toprağın altına gönderecek. Ne
düşünürseniz düşünün, kim olursanız, hangi taraftan olursanız olun çok zor bir
karar. Tamam adamların orada ne işi var
diyebilirsiniz ki bence haksız olmazsınız ya da bu zihniyet zaten bu duygusal
yanı yumuşak bir karın olarak kullanıyor diyebilirsiniz. Yazının konusu siyasi
olmadığından bu yorumlara pek değil hiç girmeyeceğim. Beni ilgilendiren kısım
insanoğlunun sınırları. Saniyeler içerisinde böylesi bir karar verip uygulamaya
geçirmek zorunda olan biri(leri) de benim gibi nefes alıyor bu hayatta. O(nlar)
da yaşıyor, konuşuyor, yemek yiyor, içip, uyuyor bu hayatta, benim gibi
osuruktan tayyare hayatlar yaşayanlar da.
Ben hemen hemen her gün sanki çok anlar ve
başarılı olacakmışım gibi dolar endeksine, dolar ve euro kurlarına, altının
hareketlerine bakarım. Grafikler vardır değişimleri gösteren, saatlik, günlük,
haftalık, aylık. Detaya ne kadar inerseniz testere gibi görüntüler elde
edersiniz. İnişler, çıkışlar vardır kısa vadelerde. Ama zaman ölçeğini biraz
arttırırsanız iniş ve çıkışlar hemen hemen düz bir çizgi halini alır, değişim
sanki yokmuş gibi. Fragman sonrası neden bilmem aklıma hemen bu grafik geldi.
Benim hayatım ve ben de yarattığı etkiler dakikalık grafikler gibi. İnişler ve
çıkışlar oluyor ve bu değişimler beni ziyadesiyle etkiliyor. Kendi adıma ülen ne zor bir hayatım var, ne zor kararlar
almak zorunda kalıyorum diye aklımdan geçiriyorum. Zaman zaman yaşadığım
zafer ya da pişmanlıklarımla geçmişte, zaman zaman ise endişe ve umutlarımla
gelecekte yaşıyorum, ama çoğu kere hep atlıyorum şimdi de olmayı. Bazı adamlar
ise hep şimdide olmak zorundalar. Onların gözüyle benim hayat grafiğim sabit
düz bir çizgi. Yatay görünümlü bir gün sonu hareketi gibi. İniş de yok çıkış
da. Ölmüş bir hayat grafiği gibi. Ama yine de onlar gibi hızlı ve böylesi zor
kararları, üstelik bu kadar kısa bir zaman içerisinde almak istemezdim.
Kuzeyimizde, güneyimizde ve maalesef içimizde
ne dramlar yaşanıyor. İnsanlar neler çekiyorlar. Bizler eve gelip, duşlarımızı
alıp, istediğimiz yemekleri, sıcacık evlerimizde yerken, onlar ölüyorlar. Su
bulamıyorlar, üşüyorlar, kafaları kesiliyor, vuruluyorlar, parçalara
ayrılıyorlar. Birbirlerinden koparılıyorlar. Yaşam hakları ellerinden alınıyor.
Allahım ne büyük bir acı! Birilerinin gizli planları, ajandaları gerçekleşecek
diye düşünülmeyen, umursanmayan ve yok olup giden nice canlar. Yalnız savaş da
değil. Hastalıklardan, kazalardan ölen nice başka insanlar. Şükretmeliyiz.
Allaha dualar etmeliyiz. Endişe diye gördüğümüz, dert diye inlediğimiz, sıkıntı
diye içimizde büyüttüğümüz nice şeyler bir çok insan için günün sonundaki yatay
hareket grafiği gibi. Allah dağına göre kar verir derler. Ben küçük,
miniminnacık bir dağ olduğum için çok ama çok mutluyum. Egosal bir düşünce ile
büyük bir dağ olmayı aklımdan bile geçirmek istemem. Sınırlarımı biliyorum ve
onun içinde mutlu ve huzurlu olmaya çalışıyorum. Son zamanlarda bir de bunlara
şimdi’de kalmayı eklemeye çalışıyorum ama bu başka bir yazının konusu olacak.
İnsanları ve kendimi suçlamamaya çalışıyorum. Olacak olan zaten bir şekilde
oluyor. Kendime acımıyorum ve kurban rolünü de üstlenmiyorum. Başıma gelenleri
kabul etmeye çalışıyorum. Mümkün olduğunca tevekkel olmaya çalışıyorum. Çünkü
önemli olanın başıma gelen şeylerin olmadığını ama onlara karşı nasıl tavır
takındığım olduğunu biliyorum. Zaman zaman başarıyorum bu şekilde davranmayı ve
olmayı zaman zaman ise başaramıyorum ama denemeye hep devam ediyorum.
Ne zaman başımıza ne geleceğini bilemiyoruz.
Günün sonunda yataylaşacak konular için üzmeyin kendinizi. Etrafınıza bakın ve
yaşadığınız için, sevdiklerinizle birlikte olduğunuz için, duş alıp, yemek
yiyebildiğiniz için şükredin. Şükredecek nice konularınızın olması dileklerimle
...